30 Aralık 2011 Cuma

Yaşasın Ve Hadi Be!

Bir iki gündür yazamıyorum. Daha önce bahsetmiştim en yakın arkadaşım yanıma gelecek diye. Geldi! :) Çok özlemişim. Tatillerimiz ve işlerimiz yüzünden uzun zamandır görüşemiyorduk. O bir aylık bir tatile çıktı. Dönmeden iki gün önce ben Selanik'e geldim. Normalde her gün görüşen arkadaşlarız. Birbirimizden bir gün bile ayrı geçimekten hoşlanmayız. Bu ayrılık bize çok geldiğinden olacak sürekli sokaklarda gülerek, kahkaha atarak dolaşıyoruz. Bütün pastanelerin camlarına aç çocuklar gibi bakıyoruz. 

Onu yanımda ve her zamanki neşesiyle görmek bana kendimi iyi hissettiriyor. Oysa burası o kadar soğuk ki neredeyse donuyorum. Bir de ben asla bot giyemem kışın. Yağmur yağsa bile bot giymekten hoşlanmıyorum. Genelde daha spor şeyler tercih ediyorum. İstanbul'da ayaklarımın üşüdüğü hiç olmamıştı ama burda ciddi ciddi üşüyorum. Bu yüzden her sene olduğu gibi bademciklerime vurdu. Genelde Şubat ayı gibi olur ve ben su içemeyecek, konuşamayacak durumu gelirim. Herkes işe yarayan penisilin ben de işe yaramaz ve hastaneye yatmak zorunda kalırım. Türkiye'de olsak neyse de dönmeye birkaç gün kalmışken hastanelere düşmek istemiyorum açıkçası. Bu yüzden hasta gibi davranmıyorum. Yine dışardayım. Hastalığı yok sayıyorum.

Bugünü de birazcık serserilik yaparak geçireceğiz. Yazmak istediklerim var. En kısa zamanda yazacağım.

26 Aralık 2011 Pazartesi

Sanal Romans..




Hayat hep korktuklarımızı yanıbaşımıza getiriyor. Bir an olsun boş bırakırsanız kendinizi hiç beklemediğiniz yerinizden vuruyor. Siz daha elinizi yaranın üzerine koyup kanı durdurmaya başlamadan iyileşmeceğinin haberini veriyor. Siz kaç defa parçalandınız böyle? Kaç defa birinin ardından parçalara ayrılıp yere dağıldığınızı hissettiniz?

Bir problemim var. Kendimi bu yaşta sanal romanslara kaptırdım. Yıllardır başıma gelmiyordu. Sanırım en son 17 yaşında falandım böyle şeyler hissettiğimde. Uzun zaman once tanıştık. Neredeyse hiç konuşmadık. Çok ilgili değildim MSN listemle. Genellikle sakin geçiyordu hayatım. Birikmekte olan ve beni yerle bir edeceğini bildiğim bir üzüntüm vardı ama bu defa kaşımıyordum. Biriksin istiyordum. Belki de önemsemezsem ve yok gibi davranırsam gider diyordum. O zamanlarda konuşmaya başladık işte. Hepinizin başına geldiğine eminim. Saatlerce süren konuşmalar. Basit bir romantizm değil. Her cümlenin bana dokunduğu ve ruhumu gerdiği cümleler vardı içlerinde. Uykusuzluğun değer bir şey olduğunu anladım. Günlerde böyle devam etti. Çok huzursuzdum ben ama. Bir sevgilisi olduğunu biliyordum. Bizim tanışmamızdan birkaç zaman once sevgili olmuşlardı. Çok yeniydi ve bana sevgilisine anlatamayacağı hiçbir şey yapmayacağını söylüyordu. Yaptı. Bana içinde kendisinin olduğuna yemin ettiği cümleler kurdu. Kendime inanamıyordum. 17 yaşıma geri dönmüş ve sanal romansların içinde yaşıyordum. Bir farkla bu defa huzursuzdum. Sevgilisinden hiç bahsetmiyorduk. Hiç! Günler geçti. Birbirimizi görmek için internete geldiğimizi biliyordum.

Artık üzerime gelmeye başladığında ve benimle yapmak istediği hayallerini anlatmaya başladığında durdum. Sevgilisini sormak istiyordum. O gün yapamadım. Bir gün sonar yine benim dönmemle birlikte yapacaklarımızı anlatmaya başladığında sevgilisini sordum. Sevgilisinden ayrılmak istemediğimi ve ayrılmayacağını ama benimle özel bir dostluk kurmak istediğini söyledi. Beynimden vurulmuşa döndüm. Ne yani benim bunu kabul edecek biri olduğumu mu düşünüyordu? Çok sert bir tepki verdim. Tüm üzüntümü yazdım hatta. Fakat uyuşturucu gibi etkisi vardı üzerimde. Sakinleştirdi beni. Durdurdu. Gitmek istediğimi söyledim. Hiç uyumadım gece. Aradan bir kaç gün geçti. Tüm sanal romanslar gibi etkisi azaldı. Bitti diyemiyorum. Hatta kendime hiç yakıştıramıyorum içine düştüğüm durumu. Bugüne dek hiçbir şey yaşamamış, görmemiş biri değilim ki. Belki de fazla şey yaşadığım için birinin bana bu kadar duyguyla gelmiş olması beni cezbetti. Bilmiyorum. Bildiğim tek şey eskisi gibi olmasa da hala konuştuğumuz ve onun tavrında sadece ufak bir değişim olduğu. Ben kesinlikle böyle bir şeyin içinde olmayacağımı ve olursam kendimi affetmeyeceğim için düşüncesinin bile beni irite ettiğini söyledim.

Fakat hala düşünüyorum. Neden düşünmeden? Hayal etmeden duramıyorum. Yoksa geçmişime geri mi dönüyorum?

24 Aralık 2011 Cumartesi

Eski Sevgili İle Barışılır Mı?

Sakin Selanik hayatı devam ediyor..

En azından ediyordu. Burda hiçbir şeye sinirlenmiyorum. Hatta bir süredir bir şeylere sinirlenmediğimi fark edip etrafıma bakıyorum bir şeylere takayım diye ama imkanı yok. Hislerimi aldırmış gibiyim.

En azından öyleydim bugüne kadar. Bugün beklenmedik bir telefon aldım. Eski sevgilimin sabahın köründe çalan telefonu ile uyandım. Uyandığımda hayatın çok anlamlı olmadığını ve yaşamanın gereksiz bir şey olduğunu düşünen insanlardanım. Mümkünse kimse ilk sigaramı ve kahvemi içene kadar benimle konuşmasın. Telefonda bana mail attığını ve neden yanıt vermediğimi soruyordu. Saate baktım 09.50

-Uyuyordum.
-Sen bu saate kadar uyumazsın. 
-Nerden biliyorsun?
-Yani uyumazdın. 
-Artık uyuyorum. Hem bu uyku muhabbetini bitirsek? Gece geç saate kadar çalıştım. O yüzden uyuyorum.
-Tamam ama bir mail attım sana uyanınca bakar mısın?
-Ne maili?
-Bakınca anlarsın.
-Olur bakarım.

Uyku falan haram tabi. Kalktım bir kahve yapıp sigaramı yaptım ve bilgisayarın başına geçtim. Kısa bir hal hatır soruştan sonra asıl konuya giriş yapmış. Acaba barışmamız mümkün olabilir miymiş? Yani bir çok şeyin geride kaldığını biliyormuş ama yeni bir başlangıç birçok şeyi yeniden canlandırabilirmiş. 

Ayrılığımızı daha basit konularla açıklamam gerek galiba. Annem bu dünyada en sevdiğim, yakasını bırakmayan kanser ile savaşırken hep yanındaydım. Bir an olsun ayrılmadık. Ben korkularımı onda yok ediyordum. O da korkularını benim içimde eritiyordu. Hastane yatağında evimize gittiğimizde neler yapacağımızı anlatıyorduk birbirimize. Yemek yapacaktık mesela ya da köpeğimizle uzun yürüyüşlere çıkacaktık. Kimseye söylemeyecektik. Sadece ikimiz olacaktık. 1 ay boyunca oldukça yıpratıcı ve yorucu bir hastane süreci yaşadık. Bu dönemde tüm arkadaşlarım yanımdaydı. Hepsi çiçekleri çok sevdiği için anneme çiçek getiriyor ancak içeri alınmadığı için fotoğraflarını çekip anneme gösteriyorlardı. Annem konuşamıyor olsa da yazarak hepsine tek tek teşekkür ediyor gözleri yaşarıyordu. Bu dönem de ben bitmiş, neredeyse okeye dönüyordum. Eve gitmiyordum, hiçbir şey yemiyor sadece kahve, su ve sigara ile yaşıyordum. Fakat benim sevgilim hastaneye gelmedi. Ona gelebileceğini alnında eşcinsel yazmadığını, kimsenin anlamayacağını söyledim. Aldığım yanıt çok doyurucuydu. "Cinnamon kusura bakma ama biliyorsun benim desarj olmam gereken bir işim var." Efendim? Pardon? Bana mı dedin? O gün bitti benim için. Tamam insanlar hastaneden hoşlanmıyor ve giremiyor olabilirler ama en azından beş dakika olsun beni görmeye gelebilirdi. Gelmedi. Benim için de bitti. Şimdi geri dönmemi istiyor. Ben gideli çok oldu. Geri dönmeye de niyetim yok.

Çok utanıyorum!

Gerçekten çok utanıyorum ama önyargılarımın kurbanı olmuşum haberim yok! Biri Hepsi Grubu'ndan birinden hoşlanacaksın dese boş boş suratına bakardım herhalde. Üzerine de deli olup olmadığını sorardım. Arkama bakmadan da uzaklaşırdım. Fakat tamamen tesadüfler sonucu keşfettiğim bu videoya bayılıyorum. Dinleyiniz siz de. Oldukça iyi.


22 Aralık 2011 Perşembe

Nasıl?

Sanırım birinin kalbini fena halde kırdım. Üstelik hiç istemediğimin birinin. Hiç beklenmedik bir tepki verdim. Tek söylediği bana önem verdiği idi. Ben anlayamadım, bilemedim. Kırdım. Nasıl ve neden yaptığımı bilmiyorum. Keşke zamanı geri döndürebilsem.

Tam da Bu Havalarda!

Hava çok soğuk. Ben hiç üşümem aslında. Kışın bile sadece trençkot ile çıkarım ama burası çok soğuk. Hava kapalı. Kahvem var. Çalışıyorum bir yandan da. Sürekli bu şarkıyı dinliyorum. Bence tam bu havaların şarkısı. Dinleyince huzurlu ve iyi hissettiriyor.


21 Aralık 2011 Çarşamba

Dört Göz!

Bir süredir farketmemezlikten geliyordum ama gözlerim iyice bozuldu. Normalde gözlüksüz idare edebiliyor iken şimdilerde gözlüğüm olmadan bilgisayar ekranından bir şey okuyamıyorum. Okusam da migrenimi tetikliyor. Göz çizdirme olaylarına mı girsem acaba?

Yalnız Başıma, Bilmediğim Bir Şehirde..

Bir önceki yazımda üzüldüğümde hep kaçmak istediğimi söylemiştim. Yine aynısını yaptım. Yaklaşık 20 gündür Türkiye'de değilim. Aslında neden gittiğimin, neden ayrıldığımın sebebini bilmiyorum. Sadece gitmek istiyordum. Boğuluyor gibi hissediyordum kendimi. Günlerim çalışmak ve arkadaşlarımla geçiyordu. Ailemle mutluydum, arkadaşlarımla mutluydum ama herkes uyuduktan sonra yani benim için yalnızlık başladığında boğulmaya başlıyordum. Bu yüzden gitmek istedim.

Blog yazmayı sevdim galiba. İşte size bunları aynen şu şekilde yazıyorum.



Ne zaman bu kadar boşaldı içim? Ne ara bu kadar tükettim kendimi bilmiyorum. Sadece yenilenmem gerektiğini hissediyorum. Yaklaşık 20 gündür Yunanistan-Selanik'teyim. Önümüzdeki 15-20 günü de burda geçirmeyi planlıyorum. Mutluyum çünkü. Sabah uyanıyorum. Perdeler açık uyuyorum zaten. Yatağımdan gökyüzüne bakıyorum. Hava kapalı olsa da mutlu olduğumu hissediyorum. Gerçi ben yağmurlu, puslu havaları hep daha çok sevmişimdir. Bir kahve yapıyorum kendime. Balkonda soğukta bir sigara içiyorum. Bu arada burası genelde 8 derece civarlarında geziniyor. Bir duş alıp çıkıyorum. Sahile iniyorum. Yürüyorum. Müzik dinliyorum. Sergilere gidiyorum. Konserlere gidiyorum. Alışveriş yapıyorum ki aslında bu en güzel kısmı olabilir. :) Sonra bir yerde oturup kahvaltı yapıp kitap okuyorum. Geldiğimden beri üç kitap bitirdim. Okumak isterseniz isimlerini verebilirim ama beni en çok etkileyen 'Gore Vidal-Kent ve Tuz' oldu. Eşcinsel bir gencin gelişimi hakkında yazıyor. Kahvaltım bittiğinde okumaktan yorulduğumda yeniden yürümeye başlıyorum. Nereye gittiğim ya ne yaptığım önemli değil. Benim için önemli olan bilmediğim bir şehrin, bilmediğim insanlarının arasında yapayalnız kalıyor olmak. Burda kimseyi tanımıyorum. Tanımak gibi bir çaba da sarf etmiyorum ama herkes o kadar güleryüzlü ve o kadar yardımcı ki size anlatamam. Özellikle Türk olduğumu öğrendiklerinde mutlaka gülümsüyorlar. Ya büyükanneleri ya da büyükbabaları İstanbul'da doğmuş oluyor. Mutlaka hepsi İstanbul'a gitmiş. En güzel yerin Taksim olduğu konusunda hemfikirler. Ne yazık ki ben onlara katılmıyorum. Taksim bana her zaman çok kalabalık ve güvensiz gelmiştir. Neyse yürüdüğüm zaman bir çok yer keşfediyorum. Kiliselerde, cafelerde, pastanelerde molalar veriyorum. Özellikle burda Ble' diye bir pastane var ki tapınağım olabilir ama yakında yasaklayacağım kendime. Ble' 24 saat açık ve her zaman taze ürünleri var. Aslına bakarsanız ürünlerinin hepsi taze! Hele Focaccio ekmeğine yaptıkları pideler beni benden alıyor. Özellikle Ham ile yaptıkları tapılacak cinsten. Galiba döndüğümde Ble'yi çok özleyeceğim. Noel zamanı malum her yer ışıl ışıl. Harika süslemeler var. Çocuk gibi seviniyorum süslemeleri gördükçe. 

Merak edilen soruyu da yanıtlayayım. Evet Yunanlılar çok yakışıklı. Hepsi çok yakışıklı üstelik. Aynı zamanda Selanik'te gay popülasyonu bir hayli yüksek. Sokakta gülümseyerek yanınızdan geçmeleri gayet doğal. Ufak bir tacize de uğradığımı eklemeliyim. Pek umursamıyorum. İstanbul'da yeterince seks var zaten. Kendimize yediremediğimiz eşcinselliği seksi abartarak legal hale getirmeye çalışıyoruz. Bu arada her gün bir şarkım oluyor mutlaka. Bugünün şarkısı James Blunt'tan Good Bye My Lover. Bugün 30 defa falan dinledim sanırım.


Kendimi tedavi ediyorum. Yeniden gerçek hayata döndüğümde ayakta durabilmek için doldurmam gerekiyor içimi. Ben ben olmaktan çıkmak istemiyorum. Evet unutamadığım ve sanırım hiç unutamayacağım biri var ama yeniden ben olabilirim gibi geliyor. Yıllar önce bir sevgilimin annesi ki annesi elbette sevgili olduğumuzu bilmiyordu. Durup dururken bana 'Senin gözlerinde bir ışık var, hep parlıyor ama her şeyi de gözlerinle belli ediyorsun. Dikkat et insanlar bunu fark ederse kullanırlar' demişti. O zamanlarda kadının birazcık deli olduğunu düşünmüştüm. Gerçi hala öyle düşünüyorum ama söylediklerinde haklı olduğu gerçeğini de ne yazık ki kabul etmek zorunda kaldım. Üzüldüğümü hiç saklayamam ben mesela. Kabul etmek istemesem de beni etkileyen şeylerden kaçmam mümkün değil. 

Bugün hayattan ne istediğimi düşündüm. İyi bir işim var. Üstelik birçok insanın aksine sevdiğim hatta aşık olduğum işi yapıyorum. Çalışıyormuş gibi hissetmiyorum hiçbir zaman. Ailem var ve her zaman yanımdalar. Hatta olması gerektiğinden fazla yanımdalar bazen :) Arkadaşlarım var. Beni gerçekten seven ve tüm defolarımla kabul ederler. Ki özellikle biri benim canımın içidir. Zeynep. Nerde olursa olsun yanıma gelecek ve beni düştüğüm her zor durumdan kurtaracak kadar kahramandır o. Eski bir sevgilimin beni aldattığından şüphelendiğim için birlikte arabanın içinde adamın işten çıkmasını beklediğimiz bir 6 saat yaşamışlığımız da vardır mesela :) Zeynep sesimdeki en ufak keyifsizliği bile hisseder. Nerde olursam olayım gelir. Hiçbir şey sormaz. Sarılır sadece. Aradan zaman geçtiğinde eğer haksızsam beni en çok kıracak cümleleri o söyler. Şımarıklık yapmışsın der mesela. Kendine gel ve özür dile. Ben özür dilemeyi ondan öğrendim. Özür dilediğim zaman insanların karşısında küçülmeyeceğimi o öğretti bana. Bugün telefonda konuştuk. Sesim çok keyifli değildi. Yarın ya da cuma yanıma geliyor bu yüzden. Birkaç gün kalıp geri dönecek. Onun burda olması bana daha da iyi gelecek. Sokaklarda serseriler gibi dolaşırız. Kimseyi umursamadan.

Yine dağıldım. Ben ne istiyorum hayattan? Ben hayattan dürüstlük istiyorum. Ne olacaksa hak ettiğim için olsun. 


20 Aralık 2011 Salı

Hayal Kırıklığı

Bugün günlerden yalnızlık. Sevmediğimiz ne varsa geride bırakmanın zamanı.

Ben bugünlerde hep eskiyi düşünüyorum. Geçmişimi.

O zamanlar 19 yaşındayım. Kendimi dünyanın hakimi sanıyorum. Çoğu zaman benden beklenmeyecek şeyler yapıyor ve kendi kendime zarar veriyorum. Bunun için bir de güzel kılıfım var ki sormayın. Özgür olduğuma ve özgürlüğün böyle bir şey olduğuna inandırıyorum kendimi. Hırçınım mesela. Önüme geleni kırıyorum. İnsanların arkamdan söyledikleri hoşuma gidiyor. Bilsinler istiyorum. Benim canımı yakmak isterlerse başına neler geleceğini bilsinler istiyorum. Böylece geçip gidiyor zaman. 

Bir yandan da devam ediyorum aslında hayata. İstanbul'un en iyi üniversitelerinden birinde istediğim bölümü kazanıyorum. Herkesin itirazlarına rağmen tek bölüm yazıyorum. Hem danışmanlarım hem de ailem başka yerler de yazmamı istiyor ama kabul etmiyorum. Hayat benim istediğimi yaparım kafasında devam ediyorum. Şansım yaver gidiyor ve istediğim bölüme giriyorum. Okula gittiğim pek söylenemez aslında. 1 yıl izin veriyorum kendime. Bu kadar çalıştım şimdi ders çalışmamak hakkım benim diyorum. Bir süre sonra hiçbir şey yapmadan dolaşmak beni sıkıyor olacak ki internete girmeye başlıyorum yeniden. Ve onunla tanışıyorum. Benden 17 yaş büyük. 36 yaşında yani. Önceleri ciddiye almıyorum onu. Büyük ihtimalle isteklerimiz ve hayata bakışlarımız arasında büyük farklar var. Fakat sonraları konuşmaya başladıkça kaptırmaya başlıyorum kendimi. İki gün sonra doğum günü. Buluşuyoruz. Bir yerde kahve içmek için oturuyoruz ve sohbet etmeye başlıyoruz. Cidden eğleniyorum. İçimden gelerek kahkahalar atıyorum. Sonra bir anda masanın altından dizi bacağıma değiyor. O yaşımda ilk defa irkiliyorum. Hatta titriyorum. Mümkün olmadığını düşündüğüm şey mi başıma geliyor? Kendimi tutuyorum. Eğer düşünmezsem gerçek olmayacağını biliyorum. Aradan yıllar geçti ama hala hatırlıyorum. Karşısında çırıpçıplak hissediyorum. Gözüme baktığında gözlerimi kaçırıyorum. Herkesten sakladığımı görsün istemiyorum. Bu kadar zaman uğraştım ben uzak durmak için şimdi koyveremem. Aptal gibi davranıyorum aslında ve kalkmam gerektiğini söyleyip gidiyorum. Nereye diye bile sormasına izin vermeden gidiyorum yanından. Nefes nefese kalıyorum. Fakat bir sorunum var. Özlemeye başlıyorum. Yanından ayrılır ayrılmaz özlemeye başlıyorum. Salgın bir hastalığa tutulmuş gibiyim. Eğer panzehirini almazsam öleceğim. Uyuşturucu bağımlıları gibi hızlı adımlarla arabaya biniyorum. Bir an önce uzaklaşmak ve acıma son vermek istiyorum. Fakat adamın yüzü gözümün önünden gitmiyor. Kendime şaşırıyorum. Bu kadar kısacık zamanda yüzünü nasıl kazıdım aklıma? 

Yoksa ilk görüşte aşk bu mu?

Tam olarak öyle. 

Uzaklaşamıyorum. Onu arıyorum. Özür diliyorum. Böyle davrandığım için özür diliyorum. Sebebini bilmiyorum diyorum. Tek şey söylüyor bana "Korkuyorsun çocuk.."

Haklı korkuyorum. Ne yapmalıyım peki?

"Korkmamalısın. Gel. Bekliyorum."

Tüm yolu geri gidiyorum. Oturduğumuz yerin önünde beni bekliyor. Gelir gelmez koluma giriyor. Hiçbir şey söylemiyor. Yargılamıyor beni. Sadece koluma giriyor. Ben de elimle dirseğini sıkıyorum. Özür dileme yöntemim bu. Birlikte migrosa gidiyoruz. Akşam yemek yapmak için malzeme alıyoruz. İşte biz o gün sevgili oluyoruz ve aradan 8 ay geçiyor. Artık 20 yaşındayım. Daha durgun, daha dingin bir herifim. Okuldan çıkar çıkmaz yanına koştuğum biri var. Uykudan uyandığımda beni izleyen biri var. Ne zaman gözlerimi açsam bana bakıyor. Kitaplarımın arasından "Seni Seviyorum" notları çıkıyor. Bir defterimiz var. Günlük yazıyoruz ona. Ana konumuz elbette 'biz' ama ben bazen noktalar koyuyorum deftere. Hiç bitmesin diye dua ediyorum. Bazen deftere yazmıyorum sayfaları azalmasın diye. Dosya kağıtlarına yazıp içine sıkıştırıyorum. Zannediyorum ki defterin sayfaları bitince biz de biteceğiz. Öyle olmuyor. Defterin bitmesine 17 sayfa kala bitiyoruz biz. Bir başkasının kokusunu üzerinde taşıdığı için bitiyoruz. Benden bir başkası ile sevişmeyi gerçeğimiz haline getiriyor. 

O bana çok sevmeyi ve acı nedir onu öğretiyor. Sevdiğin adamı bir başkasıyla hayal etmenin seni mahvedebileceğini öğretiyor. Aşk denen şeyin fiziksel acı verebileceğini öğretiyor. Bir el kalbimi tutup sıkıyor. Kabuslar görmeye başlıyorum. Mutlu çocukluğum onunla siliniyor. Değişiyorum. Yıkıp geçiyorum yine herkesi. Ailemi kırıyorum mesela. Olur olmaz patlıyorum. İhtiyacım olmayan yükler yüklüyorum kendime. En kötüsü de ilk aşkım olduğu için onu hiçbir zaman unutamayacağımı biliyorum. Gittiğim hiçbir yer hoşuma gitmiyor. Daralıyorum.

Bir gün okulda dersteyim. Yine gözümün önüne geliyor beni sevişi. Burnumdan öpüşü. Hiç unutmuyorum önümde onun bana hediye aldığı Moleskine turkuaz defter duruyor. Bir çırpıda ayağa kalkıyorum. Tüm sınıfın bakışları altında masamda ne varsa çantama atıyorum. O sırada ağlamaya başlıyorum işte. Hiç ağlamamıştım oysa. Durdurmaya çalışıyorum kendimi ama nafile. Hızla merdivenlerden iniyorum. Arabaya doğru koşuyorum. Nereye gittiğimi bilmiyorum ama eve gitmediğimden eminim. Ehliyetim daha yeni. Yolları bilmiyorum sadece gitmek istediğimi biliyorum. O yüzden gidiyorum sadece. Telefonum çalmaya başlıyor. Bakmıyorum. Sadece gidiyorum. Param var mı diye bakıyorum birkaç gün yetecek kadar var. Hiç olmazsa kredi kartım var. Gidebilirim. Sonunda kendimi Bursa yakınlarında bir otelde buluyorum. Anneme bir mail atıyorum. Başıma gelen her şeyi isim vermeden anlattığım bir mail. Çok canımın yandığını ve bir süre uzak kalmak istediğimi anlattığım bir mail. Annemden cevap gecikmiyor. Bir an önce eve dönmemi söylüyor ama yanıtım çok açık. Dönmeyeceğim. Bir süre cebelleşiyoruz. Hiçbir aramasına yanıt vermiyorum. Onu çok üzüyorum biliyorum ama ben de çok üzülüyorum. Tedavi olmak için yalnız kalmam lazım. En sonunda ikna oluyor annem. Kendimi tedavi ediyorum. Hiç ağlamadığım ve sanırım ağlamayacağım kadar ağlıyorum. Ben o otel odasında büyümeye karar veriyorum. Mutlu bir çocuktan yapayalnız bir adama dönüşüyorum. Bundan sonra kimse canımı yakamayacak diye söz veriyorum kendime. Bundan böyle giden hep ben olacağım diye söz veriyorum.

Bundandır hiç sevmem otelleri. Nefes alınamayacak suni yerler gibi gelirler bana. Bundandır her canım yandığında kaçmak isterim..

Hep İyiler Ölür Zaten!

Doyamamak ne demek öğrendim ben..

Herkesin dediği gibi çıplak ayaklı diva..

Gidenin arkasından ağlayarak dinlediğim.. 

Unuttuklarımızı birer birer hatırlatan..

İlk...

Öncelikle merhaba..

Her zaman ilkler çok zordur. Buraya yazmayı düşündüğüm ilk cümle, ilk aşk, ilk korku daha bir çok şey. 

Hiçbir zaman kendimi anlatmayı sevmedim. Bunun boşa bir çaba olduğunu düşündüm.. Çünkü ben ne kadar anlatırsam anlayatım karşımdaki beni kendi gördüğü gibi değerlendirecekti.. Anlattıklarımla, söylediklerimle değiştirebilir miydim fikrini? Sanmıyorum. Hep bir yerde unutulacaktı cümleler. Akılda kalan yaptıklarım olacaktı. 

Yaptıklarımı düşündüm de.. Maymun iştahım.. Söylemekte zorlandığım şeyler.. Özellikle sevdiğimi söylemekten deli gibi korkuyorum.. Birine onu sevdiğimi söylediğim zaman tüm silahları eline vermiş gibi hissediyorum.. Hiç bilmediğim bir yerimden derin bir acı çıkaracağını biliyorum.. 

Kafam dağınık.. Cümlelerim de öyle.. Üzgünüm çünkü..

Yaklaşık bir yıldır hayatımda kimse yok.. Olmasını istemediğim için mi? Hayır.. Olmasını istiyor muyum? Ona da hayır. Umursamıyorum.. En azından umursamıyormuş gibi görünüyorum.. Etrafıma bakıyorum. Çift arkadaşlarıma hemen hemen hepsi mutlu görünüyor.. Sonra tek başlarına kaldıklarında birbirleri hakkında konuşuyorlar.. Gerçek  bu mu? Olması gereken bu mu? İki insanın birbirine tamamen dürüst olması mümkün değil mi? Bence mümkün.. Az da olsa var. Bir gün beni bulur mu ümidim yok. Aptallıklarım var sadece.. 

Bundan bir süre önce ofiste geç saatler kadar çalışmış sonrasında internete girmiştim.. Unutmuyorum bir cuma akşamıydı.. Saat 23.00 civarları.. Hemen çıkmak istemedim.. Trafik azaldıktan sonra geçerim dedim.. Bekleyenim yoktu nasılsa.. Msn'i açtım.. Uzun zaman önce tanıştığım fakat konuşmadığım bir adam online idi.. Selam verdi.. Konuşmaya başladık.. Neden ve nasıl oldu bilmiyorum tüm içimdekileri dökerken yakaladım kendimi.. Çünkü o dönemde günde yaklaşık 18 saat çalışıyor ve sadece duş almaya vakit buluyordum.. Arkadaşlarımla yapabildiğim tek şey telefon konuşmalarıydı ve ana fikri çok özlediğimdi.. Neyse bu adamla konuşurken bana "sakin ol.. Sadece birinin sana sıkı sıkı sarılmasına ihtiyacın var." dedi. Sanırım hiçbir cümle bu kadar yaralamadı, kırmadı beni.. Haklıydı.. Kimse sarılmıyordu bana.. Arkadaşlarımdan ve ailemden bahsetmiyorum.. Uzun zamandır sevdiğim, önemsediğim, hoşlandığım kimse sarılmıyordu bana.. Sadece anlık, zayıf hatta zavallıca şeyler yaşıyordum.. Oysa yıllar önce kendime bir söz vermiştim.. Ben mutlu olmak için elimden geleni yapacaktım.. Ne gerekiyorsa şartları zorlayacaktım.. Sadece sevgili ya da hayatla ilgili olmayacaktı bu mutluluk hali.. Boğazıma yumru oturmayacaktı mesela.. Ya da biri elleriyle sıkmayacaktı kalbimi.. Olmadı.. 28 yaşına geldim ama anlık mutluluklar haricinde aklımda kalan çok az şey var.. 

Hayatım çalışmak, okumak ve arkadaşlarımla konuşmaktan ibaretti.. Arkadaşlarımın yanından ayrıldığımda koşarak yanına gideceğim biri yoktu mesela.. Ya da geç saatlere kadar çalıştıktan sonra buz gibi ayaklarımla yatakta yanına gireceğim ve benden kaçacak biri de yoktu.. Ortada olanlar sadece seks yapmak isteyen tiplerdi.. Terslesem bile yine de vazgeçmeyen zararlılar.. İçimi boşaltan ve beni ben olmaktan çıkaran zavallılar.. 

Oysa ben sahilde yürümeyi ve martılara isim takmayı seviyordum.. Martıları konuşturmayı seviyordum.. Balıkları yakaladıklarında onlara kızmayı seviyordum.. Ter içinde tanımadığım birinin kollarında olmayı sevmiyordum hiç.. 

Şimdi başka bir ülkede şehrin sokaklarını yürürken biseksüelin yakışıklısı ile yaşadıklarını okudum.. Eskiden yaşadıklarım aklıma geldi.. Hissettiğim acıları anımsadım.. Aynı tazelikle geri döndüler.. Kovdum onları.. Yeri yok artık.. 



Sahile ineceğim şimdi.. Burdaki martılara Kuzguncuk'taki Haspi Martı'yı tanıyıp tanımadıklarını soracağım.. Tanıyorlarsa onu özlediğimi söylesinler.. Yakında dönüyorum.. Merak etmesin simit sözümü unutmadım..