14 Ocak 2012 Cumartesi

Unuttum, Ben Öldüm..

Yanlış bir şehirdeyim.. Sen yoksun burda.. Sen olmadığın için güneş hiç yok. Hep soğuk.

Sokağın sonunda duruyorum. İkiye ayrılıyor yol. Biri sana gidiyor diğeri kendime. Birini seçmek zorundayım. Biliyorum, onlar bilmiyor. 

İnandığım, bildiğim, uğruna yeminler ettiğim her şey beni bırakıp gidiyor. Sokağına adım atıyorum. Kendim bırakıyor beni. Bir adım atıyorum. Eskiden sevdiğim tüm adamlar sen oluyor. Hepsinin acısı toplanıp sende hayat buluyor. Bir şekilde ve bir nedenle dokunmalıyım sana biliyorum. İnanıyorum ki dokunsam ellerine tüm can yanmalarım bitecek.

Bir adım daha...

Başka bir şehirde tanımadığım bir adam elleriyle atlı karıncayı çekiyor. Yüzünde yorgunluk. Uzaktan bakıyorum. Dedem tutuyor ellerimden. Atlı karıncaya biniyorum. Dedeme el sallamak ne büyük mutluluk. Özgürüm o an. Annem haklıymış! İnsanlar uçabilir. Kanatlarım var benim. 

Karanlık sokaktayım yine. Kaldırıma oturuyorum. Soğuk. Bir sokak kedisi geliyor yanıma. Kediler sevmez beni. Acıyor bana. Neden bu kadar yük var omzunda diye soruyor. Cevap vermiyorum. Kediler konuşmaz ki. 

Rüzgar. Kokun. Rüzgarla kokun geliyor. Kokun rüzgarla geliyor ya da. 

Gelmek zorundayım. Dokunmak zorundayım. Lütfen.

Bir kere nefesin nefesim olsa yetecek.

Sonra ölelim. Umurumda değil.

Ölelim.

Birlikte olacak işte.

Hep dediğin gibi. Hep dediğim gibi.

Yakmak istiyorum ellerini. Parmak izin kalmasın. Belirme gölgelerde bile.

Kalkıyorum. Ve bir adım.

Kim var orda?

Sen yoksun. Ben yokum.

Unuttum..

Ben öldüm.

Zenne..



Uzun zamandır vizyona girmesini beklediğim Zenne'ye vizyona girdiği ilk gün gittim. Filme büyük bir beklenti ile gittiğimi itiraf etmek durumundayım ama izlemeye başladıktan büyük hayal kırıklığına uğradım. Oyunculuklar bir hayli amatördü. Hikaye aksında büyük problemler vardı. İlk bölümde Zenne'nin dansları oldukça başarısız bir şekilde yansıtılıyordu. Görüntü yönetmeni çok da başarılı olmayan bir iş çıkarmış. Zenne'nin dansının amacı sizi alıp götürmesi ama ne yazık ki etkiyi yakalayamıyor. Aksine komik görünüyor. İzlemeyenleriniz olduğu için daha fazla detay veremiyorum ama ne yazık ki istediğimi alamadım.

İlk bölüm bittiğinde arkadaşlarıma hayal kırıklığına uğradığımı, beklentimin yüksek olduğunu söyledim. Kimse kusura bakmasın ama karşımda tamamen amatör bir iş duruyordu. Üstelik hikayenin odak noktası Ahmet olması gerekirken odak kaymış ve pek de ilgi çekici olmayan Can'a gitmişti. Ben oraya Ahmet'in hikayesini izlemek için gitmiştim.

İtiraf etmek zorundayım. İkinci yarı bir hayli etkilendim. Yine görüntü kalitesi kötüydü. Beni hiçbir şekilde tatmin etmedi ama konunun hepimizin hayatlarına yakın olması bir yerden mutlaka yakalıyor. Ben aynı durumda olmadığım ve olmayacağımı bildiğim için bir çeşit iç rahatlaması yaşadım ama filmde sadece drama yaratmak için kullanılmış sahneler vardı. En önemlisi de o kadar klişe sahneler vardı ki bir ara klişeler bütününü izlediğimi zannettim.

Genel olarak bakacak olursak izlenir mi? İzlenir. Ağlar mısınız? Evet ağlarsınız. Fakat ben daha başarılı bir film izlemeyi bekliyordum. 

11 Ocak 2012 Çarşamba

Kimseye Bir Şey Anlatmak İstemiyorum..

Başlık çok doğru. Hiç kimseye bir şey anlatmak istemiyorum. Öyle sessiz ki cümlelerim bu aralar beni bile şaşırtıyor.



Kendimi bildim bileli hep arkadaşlarım oldu. Her zaman sosyaldim. Yakın arkadaşlarım oldu hep. Bugüne dek sokakta, yemeklerde, alışveriş yaparken yakın gördüğüm ve özelimi açtığım arkadaşlarıma/arkadaşıma başıma gelenleri, yaşadıklarımı, üzüldüğüm ve sevindiğim şeyler anlatırdım. Şimdilerde susuyorum. Günlük saçma sapan konulardan konuşmak daha çok hoşuma gidiyor. Hoşuma gitmek demeyelim de buna mecbur hissediyorum kendimi. Yaşadıklarımı anlattığımda hissettiklerimi bir daha hissedecekmişim gibi geliyor. Acı bir şekilde fark ediyorum ki bir daha hissetmek istemiyorum. Yoruyor beni. Kaldıramıyorum artık. Aşkın acısı bile güzel cümlesinin kahramanı olan ben öğretmen kendisini sözlüye kaldırmasın diye gözlerini kaçıran çocuklar gibiyim. Susuyorum sadece. En kötüsü kendime de susuyorum. Kendime de anlatmıyorum hissettiklerimi. Yabancılaşıyorum sanki. Biri çıkıyor ve benim yerime oynuyor rolümü ben bir köşede izliyorum. Müdahil olmak gibi bir çabam ve isteğim yok. 

Eskiden çantasından defterini eksik etmeyen ve her şeyi yazan adam şimdilerde öyle bakıyor hayata. Kaçıp giderse gitsin umurumda değil. Yakalamak zorunda değilim hayatı. Girmek istediğim zaman girerim. Kaldığım yerden devam ederim. Ne kadar mümkün olur bilmiyorum. Bildiğim tek şey bunu doğru gördüğüm. Çok değil birkaç ay öncesine kadar hayat kaçıyordu ve ben kovalıyordum. Hiç de fena değildim. Keşke dememek için çok şey yapıyordum. Normalde yapmayacağım şeyler yaptım. Kanattım kendimi. Olmadı. İlişkiler için kullanılan 'kaçan kovalanır' sözünü ben hayat için kullanıyorum. Kovalamıyorum hayatı. Beklesin beni.

4 Ocak 2012 Çarşamba

Merhaba Pollyanna..

Hayat yine bir sürprizi ile karşımda. Bir karar vermem gerekiyor. Birilerini ardımda bırakıp gitmem gerekiyor. Hayatımı, sorumluluklarımı tamamen değiştirmem gerekiyor. Aslında bir anlamda mecbur bırakılıyorum buna. Benim yapabildiğim gelip geçenlere hatta geçirenlere öyle sakin bir şekilde bakmak. Kendi içimde kararlarımı vermek. İhanetin, vefanın ve vefasızlığın ne olduğunu bir kez daha öğreniyorum. Benim sorunum bu zaten. Her defasında ilk kez güveniyor gibi güveniyorum. Koşulsuz, şartsız. Sonunu bile bile gidiyorum yola. 

Pollyanna misali daha geç olmadan fark ettiğim için mutlu oluyorum üstelik. Ne aptalca...

2 Ocak 2012 Pazartesi

Yeniden İstanbul..


Klişe ile başlamak zorundayım. Ne zaman bu şehirden uzak kalsam döndüğümde ve boğazı gördüğümde özlediğimi fark ediyorum. Hiçbir yerde bu kadar güzeli böylesine özeli yok belki de.

Zeynep ve erkek arkadaşının geldiğini yazmıştım. Birlikte geçen dört harika günden sonra yeni yılı bir yunan restoranında hep birlikte bir yemekle kutladık. Ouzolar, şaraplar, mezeler ve daha bir çok şey. Karşımda çok sevdiğim dostum ve onun çok sevdiği adam. Kimse kimseyi yargılamıyor, tartmıyor. Herkes içinden ne geçerse onu söylüyor. Özlemişim böyle olmayı. Kahkahalarımız kocaman anılar yazdı bize. Sabah daha doğrusu öğlene doğru uyandığımızda otelin lobisinde buluştuk. Çıkış işlemlerimizi yaptıktan sonra ufak bir kahvaltı yaptık ve saat 15.00'a doğru yola çıktık. Selanik'ten İpsala'ya kadar Zeynep kullandı. Saat 18.30'a gelirken Yunan sınırındaydık. Bir saatimizi Duty Free'de geçirdikten sonra ben devraldım. Yol bir hayli kötüydü. Sohbet ederek geldik. Bir ara arabayı kullanırken gülmekten önümü göremediğimi farkettiğimde sağa çekmek zorunda kaldım ama vaktin nasıl geçtiğini anlamadık bile. Saat 22.00 gibi evimdeydim. Şimdi sakinledim. Dışarıyı ve özlediğim sokağı seyrederek yazıyorum bunları. 

Evimdeyim. Bildiğim, tanıdığım yatak. Özlediklerim.

Söylemiştim ya dolup kaçmıştım bu şehirden diye. Yine de doldursun problem değil. Yeterince güçlüyüm. Yıllar geçtikçe daha az inciniyorum. İnciniyor olsam da daha çabuk iyileşiyorum. Biliyorum bir gün gelecek ve acı artık anlamsız kalacak. Ben ben olduğum için katlanabiliyor olacağım. 

Bazen İstanbul'un bizden intikam aldığını düşünüyorum. Öylesine kırıyoruz ki onu. Öylesine hor kullanıyoruz ki o da bizi mutsuz ederek intikamını alıyor. Varsın alsın. Yine de değer. Burası benim için gerçek yaşam demek. Gerçek yaşamım yeniden başlıyor. Ufak bir ara vermiştim şimdi yine başlıyorum. İş için koşturmalar, kalp kırıklıkları kimbilir belki de birilerinin kollarında sonlanacak saçma sapan sevişmeler, gitmeler ve en önemlisi kalmalar. Öfkemin dibe vuruşu. Hayal kırıklıklarım.

Umurumda değil. Kaldırabilirim. Lisedeki kadar vurdum duymaz ve çocuk hissediyorum kendimi. 

30 Aralık 2011 Cuma

Yaşasın Ve Hadi Be!

Bir iki gündür yazamıyorum. Daha önce bahsetmiştim en yakın arkadaşım yanıma gelecek diye. Geldi! :) Çok özlemişim. Tatillerimiz ve işlerimiz yüzünden uzun zamandır görüşemiyorduk. O bir aylık bir tatile çıktı. Dönmeden iki gün önce ben Selanik'e geldim. Normalde her gün görüşen arkadaşlarız. Birbirimizden bir gün bile ayrı geçimekten hoşlanmayız. Bu ayrılık bize çok geldiğinden olacak sürekli sokaklarda gülerek, kahkaha atarak dolaşıyoruz. Bütün pastanelerin camlarına aç çocuklar gibi bakıyoruz. 

Onu yanımda ve her zamanki neşesiyle görmek bana kendimi iyi hissettiriyor. Oysa burası o kadar soğuk ki neredeyse donuyorum. Bir de ben asla bot giyemem kışın. Yağmur yağsa bile bot giymekten hoşlanmıyorum. Genelde daha spor şeyler tercih ediyorum. İstanbul'da ayaklarımın üşüdüğü hiç olmamıştı ama burda ciddi ciddi üşüyorum. Bu yüzden her sene olduğu gibi bademciklerime vurdu. Genelde Şubat ayı gibi olur ve ben su içemeyecek, konuşamayacak durumu gelirim. Herkes işe yarayan penisilin ben de işe yaramaz ve hastaneye yatmak zorunda kalırım. Türkiye'de olsak neyse de dönmeye birkaç gün kalmışken hastanelere düşmek istemiyorum açıkçası. Bu yüzden hasta gibi davranmıyorum. Yine dışardayım. Hastalığı yok sayıyorum.

Bugünü de birazcık serserilik yaparak geçireceğiz. Yazmak istediklerim var. En kısa zamanda yazacağım.