21 Aralık 2011 Çarşamba

Yalnız Başıma, Bilmediğim Bir Şehirde..

Bir önceki yazımda üzüldüğümde hep kaçmak istediğimi söylemiştim. Yine aynısını yaptım. Yaklaşık 20 gündür Türkiye'de değilim. Aslında neden gittiğimin, neden ayrıldığımın sebebini bilmiyorum. Sadece gitmek istiyordum. Boğuluyor gibi hissediyordum kendimi. Günlerim çalışmak ve arkadaşlarımla geçiyordu. Ailemle mutluydum, arkadaşlarımla mutluydum ama herkes uyuduktan sonra yani benim için yalnızlık başladığında boğulmaya başlıyordum. Bu yüzden gitmek istedim.

Blog yazmayı sevdim galiba. İşte size bunları aynen şu şekilde yazıyorum.



Ne zaman bu kadar boşaldı içim? Ne ara bu kadar tükettim kendimi bilmiyorum. Sadece yenilenmem gerektiğini hissediyorum. Yaklaşık 20 gündür Yunanistan-Selanik'teyim. Önümüzdeki 15-20 günü de burda geçirmeyi planlıyorum. Mutluyum çünkü. Sabah uyanıyorum. Perdeler açık uyuyorum zaten. Yatağımdan gökyüzüne bakıyorum. Hava kapalı olsa da mutlu olduğumu hissediyorum. Gerçi ben yağmurlu, puslu havaları hep daha çok sevmişimdir. Bir kahve yapıyorum kendime. Balkonda soğukta bir sigara içiyorum. Bu arada burası genelde 8 derece civarlarında geziniyor. Bir duş alıp çıkıyorum. Sahile iniyorum. Yürüyorum. Müzik dinliyorum. Sergilere gidiyorum. Konserlere gidiyorum. Alışveriş yapıyorum ki aslında bu en güzel kısmı olabilir. :) Sonra bir yerde oturup kahvaltı yapıp kitap okuyorum. Geldiğimden beri üç kitap bitirdim. Okumak isterseniz isimlerini verebilirim ama beni en çok etkileyen 'Gore Vidal-Kent ve Tuz' oldu. Eşcinsel bir gencin gelişimi hakkında yazıyor. Kahvaltım bittiğinde okumaktan yorulduğumda yeniden yürümeye başlıyorum. Nereye gittiğim ya ne yaptığım önemli değil. Benim için önemli olan bilmediğim bir şehrin, bilmediğim insanlarının arasında yapayalnız kalıyor olmak. Burda kimseyi tanımıyorum. Tanımak gibi bir çaba da sarf etmiyorum ama herkes o kadar güleryüzlü ve o kadar yardımcı ki size anlatamam. Özellikle Türk olduğumu öğrendiklerinde mutlaka gülümsüyorlar. Ya büyükanneleri ya da büyükbabaları İstanbul'da doğmuş oluyor. Mutlaka hepsi İstanbul'a gitmiş. En güzel yerin Taksim olduğu konusunda hemfikirler. Ne yazık ki ben onlara katılmıyorum. Taksim bana her zaman çok kalabalık ve güvensiz gelmiştir. Neyse yürüdüğüm zaman bir çok yer keşfediyorum. Kiliselerde, cafelerde, pastanelerde molalar veriyorum. Özellikle burda Ble' diye bir pastane var ki tapınağım olabilir ama yakında yasaklayacağım kendime. Ble' 24 saat açık ve her zaman taze ürünleri var. Aslına bakarsanız ürünlerinin hepsi taze! Hele Focaccio ekmeğine yaptıkları pideler beni benden alıyor. Özellikle Ham ile yaptıkları tapılacak cinsten. Galiba döndüğümde Ble'yi çok özleyeceğim. Noel zamanı malum her yer ışıl ışıl. Harika süslemeler var. Çocuk gibi seviniyorum süslemeleri gördükçe. 

Merak edilen soruyu da yanıtlayayım. Evet Yunanlılar çok yakışıklı. Hepsi çok yakışıklı üstelik. Aynı zamanda Selanik'te gay popülasyonu bir hayli yüksek. Sokakta gülümseyerek yanınızdan geçmeleri gayet doğal. Ufak bir tacize de uğradığımı eklemeliyim. Pek umursamıyorum. İstanbul'da yeterince seks var zaten. Kendimize yediremediğimiz eşcinselliği seksi abartarak legal hale getirmeye çalışıyoruz. Bu arada her gün bir şarkım oluyor mutlaka. Bugünün şarkısı James Blunt'tan Good Bye My Lover. Bugün 30 defa falan dinledim sanırım.


Kendimi tedavi ediyorum. Yeniden gerçek hayata döndüğümde ayakta durabilmek için doldurmam gerekiyor içimi. Ben ben olmaktan çıkmak istemiyorum. Evet unutamadığım ve sanırım hiç unutamayacağım biri var ama yeniden ben olabilirim gibi geliyor. Yıllar önce bir sevgilimin annesi ki annesi elbette sevgili olduğumuzu bilmiyordu. Durup dururken bana 'Senin gözlerinde bir ışık var, hep parlıyor ama her şeyi de gözlerinle belli ediyorsun. Dikkat et insanlar bunu fark ederse kullanırlar' demişti. O zamanlarda kadının birazcık deli olduğunu düşünmüştüm. Gerçi hala öyle düşünüyorum ama söylediklerinde haklı olduğu gerçeğini de ne yazık ki kabul etmek zorunda kaldım. Üzüldüğümü hiç saklayamam ben mesela. Kabul etmek istemesem de beni etkileyen şeylerden kaçmam mümkün değil. 

Bugün hayattan ne istediğimi düşündüm. İyi bir işim var. Üstelik birçok insanın aksine sevdiğim hatta aşık olduğum işi yapıyorum. Çalışıyormuş gibi hissetmiyorum hiçbir zaman. Ailem var ve her zaman yanımdalar. Hatta olması gerektiğinden fazla yanımdalar bazen :) Arkadaşlarım var. Beni gerçekten seven ve tüm defolarımla kabul ederler. Ki özellikle biri benim canımın içidir. Zeynep. Nerde olursa olsun yanıma gelecek ve beni düştüğüm her zor durumdan kurtaracak kadar kahramandır o. Eski bir sevgilimin beni aldattığından şüphelendiğim için birlikte arabanın içinde adamın işten çıkmasını beklediğimiz bir 6 saat yaşamışlığımız da vardır mesela :) Zeynep sesimdeki en ufak keyifsizliği bile hisseder. Nerde olursam olayım gelir. Hiçbir şey sormaz. Sarılır sadece. Aradan zaman geçtiğinde eğer haksızsam beni en çok kıracak cümleleri o söyler. Şımarıklık yapmışsın der mesela. Kendine gel ve özür dile. Ben özür dilemeyi ondan öğrendim. Özür dilediğim zaman insanların karşısında küçülmeyeceğimi o öğretti bana. Bugün telefonda konuştuk. Sesim çok keyifli değildi. Yarın ya da cuma yanıma geliyor bu yüzden. Birkaç gün kalıp geri dönecek. Onun burda olması bana daha da iyi gelecek. Sokaklarda serseriler gibi dolaşırız. Kimseyi umursamadan.

Yine dağıldım. Ben ne istiyorum hayattan? Ben hayattan dürüstlük istiyorum. Ne olacaksa hak ettiğim için olsun. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder