20 Aralık 2011 Salı

Hayal Kırıklığı

Bugün günlerden yalnızlık. Sevmediğimiz ne varsa geride bırakmanın zamanı.

Ben bugünlerde hep eskiyi düşünüyorum. Geçmişimi.

O zamanlar 19 yaşındayım. Kendimi dünyanın hakimi sanıyorum. Çoğu zaman benden beklenmeyecek şeyler yapıyor ve kendi kendime zarar veriyorum. Bunun için bir de güzel kılıfım var ki sormayın. Özgür olduğuma ve özgürlüğün böyle bir şey olduğuna inandırıyorum kendimi. Hırçınım mesela. Önüme geleni kırıyorum. İnsanların arkamdan söyledikleri hoşuma gidiyor. Bilsinler istiyorum. Benim canımı yakmak isterlerse başına neler geleceğini bilsinler istiyorum. Böylece geçip gidiyor zaman. 

Bir yandan da devam ediyorum aslında hayata. İstanbul'un en iyi üniversitelerinden birinde istediğim bölümü kazanıyorum. Herkesin itirazlarına rağmen tek bölüm yazıyorum. Hem danışmanlarım hem de ailem başka yerler de yazmamı istiyor ama kabul etmiyorum. Hayat benim istediğimi yaparım kafasında devam ediyorum. Şansım yaver gidiyor ve istediğim bölüme giriyorum. Okula gittiğim pek söylenemez aslında. 1 yıl izin veriyorum kendime. Bu kadar çalıştım şimdi ders çalışmamak hakkım benim diyorum. Bir süre sonra hiçbir şey yapmadan dolaşmak beni sıkıyor olacak ki internete girmeye başlıyorum yeniden. Ve onunla tanışıyorum. Benden 17 yaş büyük. 36 yaşında yani. Önceleri ciddiye almıyorum onu. Büyük ihtimalle isteklerimiz ve hayata bakışlarımız arasında büyük farklar var. Fakat sonraları konuşmaya başladıkça kaptırmaya başlıyorum kendimi. İki gün sonra doğum günü. Buluşuyoruz. Bir yerde kahve içmek için oturuyoruz ve sohbet etmeye başlıyoruz. Cidden eğleniyorum. İçimden gelerek kahkahalar atıyorum. Sonra bir anda masanın altından dizi bacağıma değiyor. O yaşımda ilk defa irkiliyorum. Hatta titriyorum. Mümkün olmadığını düşündüğüm şey mi başıma geliyor? Kendimi tutuyorum. Eğer düşünmezsem gerçek olmayacağını biliyorum. Aradan yıllar geçti ama hala hatırlıyorum. Karşısında çırıpçıplak hissediyorum. Gözüme baktığında gözlerimi kaçırıyorum. Herkesten sakladığımı görsün istemiyorum. Bu kadar zaman uğraştım ben uzak durmak için şimdi koyveremem. Aptal gibi davranıyorum aslında ve kalkmam gerektiğini söyleyip gidiyorum. Nereye diye bile sormasına izin vermeden gidiyorum yanından. Nefes nefese kalıyorum. Fakat bir sorunum var. Özlemeye başlıyorum. Yanından ayrılır ayrılmaz özlemeye başlıyorum. Salgın bir hastalığa tutulmuş gibiyim. Eğer panzehirini almazsam öleceğim. Uyuşturucu bağımlıları gibi hızlı adımlarla arabaya biniyorum. Bir an önce uzaklaşmak ve acıma son vermek istiyorum. Fakat adamın yüzü gözümün önünden gitmiyor. Kendime şaşırıyorum. Bu kadar kısacık zamanda yüzünü nasıl kazıdım aklıma? 

Yoksa ilk görüşte aşk bu mu?

Tam olarak öyle. 

Uzaklaşamıyorum. Onu arıyorum. Özür diliyorum. Böyle davrandığım için özür diliyorum. Sebebini bilmiyorum diyorum. Tek şey söylüyor bana "Korkuyorsun çocuk.."

Haklı korkuyorum. Ne yapmalıyım peki?

"Korkmamalısın. Gel. Bekliyorum."

Tüm yolu geri gidiyorum. Oturduğumuz yerin önünde beni bekliyor. Gelir gelmez koluma giriyor. Hiçbir şey söylemiyor. Yargılamıyor beni. Sadece koluma giriyor. Ben de elimle dirseğini sıkıyorum. Özür dileme yöntemim bu. Birlikte migrosa gidiyoruz. Akşam yemek yapmak için malzeme alıyoruz. İşte biz o gün sevgili oluyoruz ve aradan 8 ay geçiyor. Artık 20 yaşındayım. Daha durgun, daha dingin bir herifim. Okuldan çıkar çıkmaz yanına koştuğum biri var. Uykudan uyandığımda beni izleyen biri var. Ne zaman gözlerimi açsam bana bakıyor. Kitaplarımın arasından "Seni Seviyorum" notları çıkıyor. Bir defterimiz var. Günlük yazıyoruz ona. Ana konumuz elbette 'biz' ama ben bazen noktalar koyuyorum deftere. Hiç bitmesin diye dua ediyorum. Bazen deftere yazmıyorum sayfaları azalmasın diye. Dosya kağıtlarına yazıp içine sıkıştırıyorum. Zannediyorum ki defterin sayfaları bitince biz de biteceğiz. Öyle olmuyor. Defterin bitmesine 17 sayfa kala bitiyoruz biz. Bir başkasının kokusunu üzerinde taşıdığı için bitiyoruz. Benden bir başkası ile sevişmeyi gerçeğimiz haline getiriyor. 

O bana çok sevmeyi ve acı nedir onu öğretiyor. Sevdiğin adamı bir başkasıyla hayal etmenin seni mahvedebileceğini öğretiyor. Aşk denen şeyin fiziksel acı verebileceğini öğretiyor. Bir el kalbimi tutup sıkıyor. Kabuslar görmeye başlıyorum. Mutlu çocukluğum onunla siliniyor. Değişiyorum. Yıkıp geçiyorum yine herkesi. Ailemi kırıyorum mesela. Olur olmaz patlıyorum. İhtiyacım olmayan yükler yüklüyorum kendime. En kötüsü de ilk aşkım olduğu için onu hiçbir zaman unutamayacağımı biliyorum. Gittiğim hiçbir yer hoşuma gitmiyor. Daralıyorum.

Bir gün okulda dersteyim. Yine gözümün önüne geliyor beni sevişi. Burnumdan öpüşü. Hiç unutmuyorum önümde onun bana hediye aldığı Moleskine turkuaz defter duruyor. Bir çırpıda ayağa kalkıyorum. Tüm sınıfın bakışları altında masamda ne varsa çantama atıyorum. O sırada ağlamaya başlıyorum işte. Hiç ağlamamıştım oysa. Durdurmaya çalışıyorum kendimi ama nafile. Hızla merdivenlerden iniyorum. Arabaya doğru koşuyorum. Nereye gittiğimi bilmiyorum ama eve gitmediğimden eminim. Ehliyetim daha yeni. Yolları bilmiyorum sadece gitmek istediğimi biliyorum. O yüzden gidiyorum sadece. Telefonum çalmaya başlıyor. Bakmıyorum. Sadece gidiyorum. Param var mı diye bakıyorum birkaç gün yetecek kadar var. Hiç olmazsa kredi kartım var. Gidebilirim. Sonunda kendimi Bursa yakınlarında bir otelde buluyorum. Anneme bir mail atıyorum. Başıma gelen her şeyi isim vermeden anlattığım bir mail. Çok canımın yandığını ve bir süre uzak kalmak istediğimi anlattığım bir mail. Annemden cevap gecikmiyor. Bir an önce eve dönmemi söylüyor ama yanıtım çok açık. Dönmeyeceğim. Bir süre cebelleşiyoruz. Hiçbir aramasına yanıt vermiyorum. Onu çok üzüyorum biliyorum ama ben de çok üzülüyorum. Tedavi olmak için yalnız kalmam lazım. En sonunda ikna oluyor annem. Kendimi tedavi ediyorum. Hiç ağlamadığım ve sanırım ağlamayacağım kadar ağlıyorum. Ben o otel odasında büyümeye karar veriyorum. Mutlu bir çocuktan yapayalnız bir adama dönüşüyorum. Bundan sonra kimse canımı yakamayacak diye söz veriyorum kendime. Bundan böyle giden hep ben olacağım diye söz veriyorum.

Bundandır hiç sevmem otelleri. Nefes alınamayacak suni yerler gibi gelirler bana. Bundandır her canım yandığında kaçmak isterim..


2 yorum:

  1. yazının devamını okumaya geçmeden önce; aramıza hoşgeldin +"benim canım yandı can yakma sırası ben dee artık" tarzın şu sıralar ne durumda bilemiyorum ama o seni üzerinde başkasının kokusunu keşfettiğinden dolayı terk ettiğin bir zamanlar ki aşk adamından farklı kılmıyor...

    YanıtlaSil
  2. Teşekkürler, hoşbuldum.

    Aslında benim canım yandı ben başkasının canını yakacağım durumu yaşadığımı söyleyemem. Bana pek uyan bir hal değil o. İyi hissetmiyorum kendimi. Daha ziyade canımın yanını anladığım an tüyeceğim gibi bir kafa :) Fedakarlıkları azaltmak gibi sanırım. Bilmem anlatabildim mi? :)

    YanıtlaSil